Dilenci Ve Züleyhaya Dair
Züleyha'nın Gülümsemesi
Birgün Züleyha, arkalığına ak sümbül dalları işlenmiş tahtırevanıyla geçiyordu kütüphanelerin ve tapınakların kenti olan kentinin sokaklarından. Görkemli bir alayla geldiğini görenler saygı ve hayranlıkla kenara çekiliyor ve Mısır'ın parlak seheri Züleyha'ya yol açıyorlardı. Varlıklı ve güçlüydü, en çok da güzeldi. Ve kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı.
«Gece gül bahçesinde ararken seni Gülden gelen kokun sarhoş etti beni Seni anlatmaya başlayınca güle Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi…» (Ömer Hayyam)
Birden bir meczûb, usta aslanları, atları ve arabaları aşarak Züleyha'nın tahtırevanının önüne dikiliverdi, yürüyüş durdu. Züleyha, tül cibinliği aralayarak bu duraklamanın nedenini anlamak istedi. Gözlerini kaldırarak Züleyha'nın yüzüne bakmaya başladı meczûb. Züleyha, dedi, sevindir beni. Züleyha, kölelerine meczubun sevindirilmesi için işaret etti. Köleler, mor renkli kadife bir keseyi uzattılar avucuna ama meczup oralı bile olmadı. Züleyha, dedi, sevindir beni, bana gülümse. Başka bir şey istemem. Züleyha, bu sesi hatırladı ve yüzüne dikkatlice bakınca, aşkını reddettiği silik bir yığın çehre arasından bir zamanların ordu kumandanını tanıdı, Mısırın en güçlü komutanını. Usulca gülümsedi...
Gülüşün bir rüzgardı kuşların kanadına binip giden Kuşların uçma merakına senin gülüşlerin neden…
Züleyha gülümsedi, açıldı bütün ak zambaklar, bütün bahçelere bahar geldi. Züleyha gülümsedi, bayındır sarayların ve yıkık sarayların kentinde bütün dilenciler bir eşi daha bulunamayacak devletle donandılar. Başını önüne eğen meczûb, sessiz ve sakin, geldiği gibi çekiliverdi.
Gün biter gülüşün kalır bende Anılar gibi sürüklenir bulutlar Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır Yarım kalan bir şiir belki de...
O günden sonra Mısır'ın lisanına, sadaka vermek anlamına gelen yeni bir deyim yerleşti: ZÜLEYHA'NIN GÜLÜMSEMESİ....
Dilencinin Züleyha'ya Gülümsemesi
Birgün Züleyha, ki o artık Yusuf'un özlemiyle bütün serveti ve bütün gücü de, gençliği ve güzelliği gibi kendisini terk etmiş bir kadındı, bir zamanlar görkemli alaylar eşliğinde ve bir ışık topu halinde geçtiği kentinin sokaklarından sessizce geçiyordu. Adımları hastalıklı ve ağırdı. Acımasız bir yaşlılık ve bir ahtapota benzeyen hastalık tarafından kuşatılmışsa da kalbinden daha çok acıyan bir yeri yoktu. Züleyha hala AŞKTI.
Sessiz derin gecelerdeki gözlerin gibi parıldayan yıldızlar Ve bu geceyi aydınlatan ay gibi yüzün Ve geceye sıcaklığını veren kalbin Her şey SEN, SEN, SEN....
Ateşe düşen yaş kütüğün önce boğula boğula, sonra alaz alev, sonra köz yanması gibi Züleyha da yanıyordu. Ne bir çığlık, ne bir şikayet. Çıt yok!
Rüzgar yapıt ilden ile Sağlıkta bitmez bu çile “Var“dan öte “yok“ta bile Ben hep seni düşünürüm…
Züleyha, dayanıyordu. Züleyha'nın içinde büyüyen HU yangını, bunu kendisi de bilmiyordu. Bir ah'tı Züleyha sadece. Kelam yoktu, fiil yoktu. Yürüyordu; ama yürüdüğü yolun mahiyetini henüz ayrım etmiyordu.
Yürek umutlara hamile olalıdan beri Sevenler ayrılıklara mağlup düşmedi hiç Gönlümüz dar ağacındayken bile Ölüme küsüp Sadece aşkımızı sevmeyi sevdik biz…
Bütün istediği Züleyha'nın, kendisine Yusuf'tan havadis, bilgi, salık getirecek birisiyle karsılaşmak, onun soluk alıp verdiği havayı içine çekmek, onun adımlarını ya da gözlerini iz düşürdükleri yerden toplamaktı. Züleyha, böyle var oluyordu. Yittiğini zannediyordu da zâhirini görenler; Züleyha, böyle büyüyordu.
Aşktan yana söz duyunca Ben hep seni düşünürüm Uçsuz hayaller boyunca Ben hep seni düşünürüm….
O gün Züleyha, ki o artık ne zengin, ne de genç ve güzel bir kadındı; çok kez ölmüştü de gövdesinde bir kez bile ölümü duymamıştı kalbinde. Bacaklarındaki derman kesilince yavaş yavaş, olduğu yere çömeliverdi. Sırtını dayadı da bir duvara yumdu gözlerini. Gözlerinin önünden geçerken Yusuf'un iç olduğu eski vakit düşleri, efendiyi köleye, köleyi efendiye dönüştüren hikayenin özeti.
Hani kardelen göğe aşık olur da Başını karın altından çıkarır ya, Zemheri yüreğim der ki; Kardelen kadar cesaretin yoksa sakın aşık olma…
Züleyha bir sesle irkildi. Bir dilenciydi bu. Elinde asa, sırtında yırtık bir hırka vardı. Gözlerinde; düşenin dostu olan o yeganeden başkasına güvenmemenin emniyeti. Dedi: Züleyha, bir zamanlar ne kadar, hem ne kadar yardım ettiğin bu yoksulu sen elbet hatırlamazsın. Ölümün ürpertili uçurumunun kıyılarından tutup da art çekiverdiğin onca muhtaç arasından bu silik soluk simayı elbette bulup çıkaramazsın. Ama sen şimdi ben olmuşsun. Belin bükülmüş, Mısır'ın aysız gecelerine benzeyen saçların beyazlamış, Nil'in pürüzsüz sathına benzeyen tenin buruşmuş. Yoksul düşmüşsün, aç ve yalnızsın. Keşke ben de senin yerinde olmuş olsam da ellerinden tutabilsem. Ama gel gör ki sana verebilecek hiçbir şeyim yok, kalbimin dışında…. Böyle diyerek dilenci Züleyha'ya gülümsedi. Gülümsemesinde dilencinin şefkat vardı.
Nasıl kapanır bu kanayan yara Nasıl anlatılır ki sana bu hal Terimde tuz gözyaşımda bal Bağdaş kurar mısın soframa Gözlerimde ümit yüreğimde aşk Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama….
Züleyha'nın kalbi Yusuf'u yitirdiğinden bu yana hiç olmadığı kadar genişledi. İlk kez Züleyha derin bir soluk alabildi. Ve bildi ki, durur gibi görünen hayat, devamlı değişmektedir ve padişahın gedaya (dilenciye) dönüşmesi zannedildiği kadar da zor değildir. Yeni bir deyim daha girdi Mısır'ın lisanına bu anlamda... DİLENCİNİN ZÜLEYHA'YA GÜLÜMSEMESİ....
Nazan Bekiroğlu
|