Gökleri dolaşan meşalenin aydınlığı sabah perdesinden görününce her nazarda bir bağ açıldı; her göz şebçırağ gibi parladı. Mecnun da uçan bir karga gibi koşmaya, pervane gibi mumunu aramaya başladı. Sevgilisinin diyarına doğru gidiyordu.

Ev izlerini görünce heyecandan boğulacak gibi oldu. Elini göğsüne bastırdı; nefesi kesiliyordu. Neden sonra bir çığlık ile kendine geldi. Sanki ölü idi, yine dirildi.

Bu esnada uzaktan yaşlı bir kadın, yanında da bir adam gördü. Adam ihtimal çılgın idi ki eli kolu bağlanmıştı. Kadın da onu ipinden çekip götürüyordu. Mecnun bu esiri böyle görünce kadına ant vererek sordu:

--‘‘Bu yanındaki adam kimdir, niçin sen bunu böyle bağlamışsın?’’

Kadın:

-- ‘‘Doğrusunu istersen bu ne bir esirdir, ne de bir mücrimdir. Ben dulum; bu da benim fukara bir arkadaşımdır. İkimizde son radde zaruretteyiz. Nihayet şöyle bir önlem düşündük: Ben onu böyle tutsak gibi bağladım, dolaştırıyorum; bu bahane ile bir parça rızık bulup geçiniyoruz. Ne kazanırsak yarı yarıya paylaşıyoruz. Kavga da etmiyoruz’’ dedi.

Bunları duyunca aklına bir düşünce geldi ve Mecnun hemen kadının ayağına kapandı ve:

--‘‘Bu ipi ve zinciri arkadaşından çıkar, bana tak; dedi, zira mecnun ve takatsiz benim. Bağlanmaya layık o değil; benim. Beni enva-i hakaretle istediğin yerlerde dolaştır; kazandığın şeyde tamamen senin olsun’’.

Mecnun ancak bu şeklide Leyla'nın bulunduğu diyara gidebilir ve Onu görmeye cesaret edebilirdi.

Kadın çok sevindi ve hemen Mecnun’un elini kolunu bağladı; yola çıktılar. O her şeye, dayak yemeye, zincir taşımaya razı idi. Her bir çadırın önüne geldikçe sarhoşlar gibi nara atıyor, Leyla diye bağırıyor ve dayak yiyordu.

Döğüldükçe ferahından raksediyordu. Bir gün Leyla’nın bulunduğu yere geldiler. Orada bir çimen üzerine oturdu; bahar bulutu gibi ağlamaya başladı. Başını yerlere vuruyor ve:

--‘‘Ey sevgili ben senden ayrıyım; ama aşkının ıstırabı bir an beni terk etmiyor. Ben çok suçluyum, bağlanıp zindana atılacak bir suçluyum. İşte elim ayağım bağlı; cezam ne ise ver.Suçluyum; hiç mazeretim de yoktur.Hükmet; senin hükmüne razıyım. Bildiğin gibi beni cezalandır.

--Harbde kılıcıma, okuma bakma: senin önünde nasıl esrim; ona bak. Eğer kabilene hücum etti isem kendi kılıcımla kendim yaralandım. Dün bir günah işledi isem bugün boynumda ip, geliyorum. Eğer bu kırılası elim yay çekti ise işte zincire vurdum, sana getiriyorum. Bu son irtikabettiğim günahtan önce de birçok cinayet işledim.Beni bu kadar zelil yaşatma. Öldüreceksen öldür; niye yaşatıyorsun.

-- Eğer senden başkasına alakadar isem beni salip gibi çarmıha ger.

-- Ey sevgilim, senin vefasızlığında vefakârlıktır. Senin karşında suçsuz olmakta bir suçtur. Eğer suçsuz isem de bir suç işleyeceğim; belki sen bir vefakârlık edersin, yanlış bir hüküm okur ve o hüküm ile beni öldürürsün.

-- Hayatımda bana güzel sözler söylemedin, beni okşamadın. Beni öldür. Çünkü bu bahane ile başıma elini süreceğini ümid ederim. Bu başa kılıç vurursan, beni kapında, kurban edersen; Hazreti İsmail gibi boynumu bıçağa veririm. Eğer incinirsem kafir olayım.

-- Mum gibi gönlüm aydınlık olduktan sonra başımı kessen hiçbir acı etmem. Çünkü mumun fitili yanıp uzadıkça kararır ve aydınlığı azalır. Başı kesilince nuru artar. Yaşayıp ta sensiz senin aşkınla yüreğim parçalanmaktansa ayağının ucunda can vermek evladır.

-- Madem ki sana erişmek yolu yoktur. Bundan sonra bir köşeye çekilip ah etmekten başka ne yapabilirim?

-- Başımı veririm; senin başını ağrıtmamak için of demem. Bu baş ağrısından şikayet ediyorsan ağrı benimdir; baş senin olsun.’’

Diyerek yerinden ok gibi fırladı.

Leyla'dan hiçbir tepki alamamıştı.

Zincirlerini parça parça etti. Istırabın gelişinden ürkerek cin tutmuş gibi Necit yolunu tuttu. Orada çığlık etti, döğündü.
Akrabası kendisinden havadis, bilgi, salık aldılar. Gidip bu feci manzarayı gördüler.Anası, babası artık ondan ümidi kestiler; kendi haline bıraktılar.

Artık nerede olursa olsun Leyla’dan başka bir şey hatırlamıyordu.

Kendisine bundan başka bir şeyden bahseden oldu mu ya susar, ya kaçar, yahut uyurdu…

Nizami…