Ben senin Can’ın için; ömrümü ‘ELîF’ gibi dimdik ve onurlu…
Bir kibrit misali ömrümü kâlbten yanıp fedâ ederek…
Şimdi Hâttat misâli; nefesimle “VAV” çekerek
‘VAV’ gibi yalnızca secde de dûa ile geçirir…
‘CİM’ gibi heybetimle; Cemâl’ini görmek için çırpınır…
“LÂM ELîF” Mütecessîm şemâlîni
…Ve ‘BÂ’ Mütebessüm çehreni ve şirînliğini, sevimliliğini gönülden hissederim…
O nâzenin ve toy bir kısrak gibi duruşunu vebakışını…
Sesinin tınısını kulaklarımla âdetâ mest ederim…
‘NÛN’ misâlî, o kavisli ve dikbaşlı bir kısrak gibi:
Rûhunu öz-benliğimde imiş gibi farzederim…
Derinden; derûnî bir şekilde ‘KÂF’ gibi içten içe yanar…
Kimi vakit yanarak; dengeli ‘KEF’ misâli…
Kimi vakit çırâ ve kor gibi…
‘NÛN’ gibi nûrunla her ânı yanarak sıcacık kalır…
Yüreğimi ateşlere atıp yakıp; âdetâ yanıp küllerimi rüzgâra savurur,
Ve ‘âşk’ı ırak diyârlara yayarak zerre-i hücrelerimle;
Her türlü fenâlıktan Râhmet-î Râhman-a sığınarak
Hât titizliğinde; egomuzdan, benliğimizden, ‘ene’mizden kurtularak…
Duvardaki hât misâlî senin bana, benim sana devinim edip;
Herc-ü merç olup, Cemâlûllah’ı beraber düşleyelim…
Her türlü Ârâf’dan sıyrılıp…
…‘VÂV’ gibi o büyük günde vuslâta ermek niyetiyle:
Yani Sen’le kavuşacakmışız gibi:
Son hakkını kaybeden komutan misâlî;
‘YE’nin verdiği o haz ile; âhîrette buluşmamızı düşlüyorum...